İlk tanıştıklarında insanlar aksini düşünse de aslında ben kalabalıklardan,
partilerden, toplanmalardan darlanırım. Katılanların sayısı 3- 4 ü geçtiği
zaman bende bir sersemlik hali başlar ne konuştuğumdan bir şey anlarım ne de
karşımdaki ile manalı bir bağ kurabilirim. Mesela doğum günleri kalabalıklarla eğlenilmesi
gereken günlerin başında gelir ve kalabalığı hayal etmeye başladığım anda bile
üzerime inanılmaz bir yorgunluk gelir. Sanırım bundandır ki tüm doğum günü
kutlamalarım bir avuç yakın arkadaşımla geçer.
Dünse bir arkadaşımın doğum gününe davetliydim ve bunlar
aklımın bir köşesinden geçince içimden dedim “eyvah, yine gülümseyip
eğleniyormuş taklidi yapacağım”. Zorunluluktan hiç umursamadığım insanlara
ilgili sorular soracağım. Birisi gelip içkisini üzerime dökecek, bir diğeri ise
akşam evime gelebilme umudu ile peşimde dolaşacak. Düşündükçe atalet geldi
üzerime ama reddetmek mümkün değildi, doğum gününe çağıran kızı pek severim. Arkadaşımın
evine doğru yürürken içimden “neyse, en azından hayal kırıklığı olmayacak,
artık ne ile karşılaşacağımı biliyorum” dedim.
Yanılmamışım, yine aynı küçük konuşmalar, “ ne iş yapıyorsun” lar,
“elbisene bayıldım” lar, “bilmem kim de sizde çalışıyormuş, tanıyor musun” lar..Bir süre bu sohbetlere katılıyormuş gibi yaptıktan sonra, alkol ve müziğin sesi iyiden iyiye yükselmeye başlayınca sessiz adımlarla güruhtan ayrılıp pencereye doğru yaklaştım. Hiç hoşlanmadığım gökdelenimsi apartmanın 20. katından İstanbul manzarasına bakarak biraz zaman geçirdim. Vassaf Gündüz’ün Geceye Övgü’sünde de dediği gibi “ gece sessizliği dinleriz, karanlığa nüfuz ederiz, bedenlerimizin de hayal gücümüzün de dizginlerini serbest bırakır". Ne kadar haklıydı.
Sonra arkamdaki koltuğa
oturduğumda yanı başımdaki kitaplığa gözüm ilişti. Bir de baktım ki orada eski
dostum duruyordu. Biraz yıpranmış biraz yaşlanmış, üstü başı da hırpalanmış ama
tanınmayacak halde değil. Eskiden sürekli çantamda taşıyıp yanımdan ayırmadığım
Pablo Neruda. Yabancı bir sürü kitabın arasına sıkışıp kalmış. İncecik ve
zarif.
Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda kimse yokluğumu fark
etmemiş gibi görünüyordu. Herkes konuşmaya dalmış içkisini yudumluyor ve büyük
salondan gelen sesler sık sık kahkahalarla bölünüyordu. Yabaniliğimi kabullenip
kitaplığa uzandım ve kitabı hafifçe oynattım, kolayca sıyrılıp elime geldi. Bir
süre sevinçle elimde tuttum onu. Farklı bir baskıydı ama oydu işte; Yirmi
Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı. Hangi sırada hani şiirin beni
karşılayacağını bilmenin rahatlığıyla okumaya başladım.
Aslında şiirden çok anlamam ben, hatta sesli okuyamam bile.
Aşk şiirlerine de özel bir düşkünlüğüm yoktur. Hatta birçoğunu sıkıcı ve yavan
bulurum. Ama Neruda başkadır. Daha ilk sayfadan beni çoktan arkamdaki gürültülü
gruptan koparmıştı bile. Yirminci şiire gelene kadar durmadım. Kitabı
okuyanlar, bu son şiirin nice şiir düşmanlarını bile dize getirecek kadar
dokunaklı bir ayrılık hikayesi olduğunu bilirler.
“ Bu gece en hüzünlü
şiiri yazabilirim “..diye başlar Neruda, “sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.”
“Bir ara sevmek”
nasıl bir şeydir acaba diye düşündüm. Bir an bile ayrı kalmaya dayanamazken
nasıl oluyor da bir gün yürüyüp gidiyorduk? Aynı insan olmaktan vazgeçiyorduk
belki. Sevdiğimiz birini geride bırakmaya karar verdiğimizde, başka birisi
olmaya razı oluyorduk aslında. Yalnızca onun gözünde değil, kendimiz için de
başka birisi oluyorduk artık.
“Aynı gece ağartıyordu
aynı ağaçları, bizler, ah o zamanki bizler değiliz ama..” diyordu Neruda.
Geride bıraktığım senelere bir de buradan baktım. Arkada
kalan kırık kalplerden olduğum zamanları hatırladığım gibi, kabuklulardan biri
haline geldiğim ve arkama bakmadan yürüyüp gittiğim anları da düşündüm. Her dönemeçte
başka bir “ben” duruyordu. Hiçbiri bana benzemiyordu. Çünkü bütün gücümü onları
unutmak için harcamıştım.
Yine şiire döndüm. O meşhur dize sayfanın sonuna yakın bir yerden
bana bakıyordu;
“ Ne uzundur unutuş, ah ne kısadır sevda..”
Bu kadar basit bir şekilde dile getirildiği için mi , yoksa
tamamen doğru olduğu için mi bilmiyorum, her zamanki gibi yerini buldu.
Sığındığım köşeden beni çaldılar. Kitabı kapatıp kalktım. Aklımda
unutmaya çalıştıklarım kalabalığa karıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder