Salı, Kasım 29

kalbi kırık kabuklular


İlk tanıştıklarında insanlar aksini düşünse de aslında ben kalabalıklardan, partilerden, toplanmalardan darlanırım. Katılanların sayısı 3- 4 ü geçtiği zaman bende bir sersemlik hali başlar ne konuştuğumdan bir şey anlarım ne de karşımdaki ile manalı bir bağ kurabilirim. Mesela doğum günleri kalabalıklarla eğlenilmesi gereken günlerin başında gelir ve kalabalığı hayal etmeye başladığım anda bile üzerime inanılmaz bir yorgunluk gelir.  Sanırım bundandır ki tüm doğum günü kutlamalarım bir avuç yakın arkadaşımla geçer.

Dünse bir arkadaşımın doğum gününe davetliydim ve bunlar aklımın bir köşesinden geçince içimden dedim “eyvah, yine gülümseyip eğleniyormuş taklidi yapacağım”. Zorunluluktan hiç umursamadığım insanlara ilgili sorular soracağım. Birisi gelip içkisini üzerime dökecek, bir diğeri ise akşam evime gelebilme umudu ile peşimde dolaşacak. Düşündükçe atalet geldi üzerime ama reddetmek mümkün değildi, doğum gününe çağıran kızı pek severim. Arkadaşımın evine doğru yürürken içimden “neyse, en azından hayal kırıklığı olmayacak, artık ne ile karşılaşacağımı biliyorum” dedim.
Yanılmamışım, yine aynı küçük konuşmalar, “ ne iş yapıyorsun” lar, “elbisene bayıldım” lar, “bilmem kim de sizde çalışıyormuş, tanıyor musun” lar..


Bir süre bu sohbetlere katılıyormuş gibi yaptıktan sonra, alkol ve müziğin sesi iyiden iyiye yükselmeye başlayınca sessiz adımlarla güruhtan ayrılıp pencereye doğru yaklaştım. Hiç hoşlanmadığım gökdelenimsi apartmanın 20. katından İstanbul manzarasına bakarak biraz zaman geçirdim. Vassaf Gündüz’ün Geceye Övgü’sünde de dediği gibi “ gece sessizliği dinleriz, karanlığa nüfuz ederiz, bedenlerimizin de hayal gücümüzün de dizginlerini serbest bırakır". Ne kadar haklıydı.

 Sonra arkamdaki koltuğa oturduğumda yanı başımdaki kitaplığa gözüm ilişti. Bir de baktım ki orada eski dostum duruyordu. Biraz yıpranmış biraz yaşlanmış, üstü başı da hırpalanmış ama tanınmayacak halde değil. Eskiden sürekli çantamda taşıyıp yanımdan ayırmadığım Pablo Neruda. Yabancı bir sürü kitabın arasına sıkışıp kalmış. İncecik ve zarif.

Kafamı kaldırıp etrafa baktığımda kimse yokluğumu fark etmemiş gibi görünüyordu. Herkes konuşmaya dalmış içkisini yudumluyor ve büyük salondan gelen sesler sık sık kahkahalarla bölünüyordu. Yabaniliğimi kabullenip kitaplığa uzandım ve kitabı hafifçe oynattım, kolayca sıyrılıp elime geldi. Bir süre sevinçle elimde tuttum onu. Farklı bir baskıydı ama oydu işte; Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı. Hangi sırada hani şiirin beni karşılayacağını bilmenin rahatlığıyla okumaya başladım.

Aslında şiirden çok anlamam ben, hatta sesli okuyamam bile. Aşk şiirlerine de özel bir düşkünlüğüm yoktur. Hatta birçoğunu sıkıcı ve yavan bulurum. Ama Neruda başkadır. Daha ilk sayfadan beni çoktan arkamdaki gürültülü gruptan koparmıştı bile. Yirminci şiire gelene kadar durmadım. Kitabı okuyanlar, bu son şiirin nice şiir düşmanlarını bile dize getirecek kadar dokunaklı bir ayrılık hikayesi olduğunu bilirler.

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim “..diye başlar Neruda, “sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.”
Bir ara sevmek” nasıl bir şeydir acaba diye düşündüm. Bir an bile ayrı kalmaya dayanamazken nasıl oluyor da bir gün yürüyüp gidiyorduk? Aynı insan olmaktan vazgeçiyorduk belki. Sevdiğimiz birini geride bırakmaya karar verdiğimizde, başka birisi olmaya razı oluyorduk aslında. Yalnızca onun gözünde değil, kendimiz için de başka birisi oluyorduk artık.

Aynı gece ağartıyordu aynı ağaçları, bizler, ah o zamanki bizler değiliz ama..” diyordu Neruda.



Geride bıraktığım senelere bir de buradan baktım. Arkada kalan kırık kalplerden olduğum zamanları hatırladığım gibi, kabuklulardan biri haline geldiğim ve arkama bakmadan yürüyüp gittiğim anları da düşündüm. Her dönemeçte başka bir “ben” duruyordu. Hiçbiri bana benzemiyordu. Çünkü bütün gücümü onları unutmak için harcamıştım.

Yine şiire döndüm. O meşhur dize sayfanın sonuna yakın bir yerden bana bakıyordu;

Ne uzundur unutuş, ah ne kısadır sevda..

Bu kadar basit bir şekilde dile getirildiği için mi , yoksa tamamen doğru olduğu için mi bilmiyorum, her zamanki gibi yerini buldu.

Sığındığım köşeden beni çaldılar. Kitabı kapatıp kalktım. Aklımda unutmaya çalıştıklarım kalabalığa karıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder