Perşembe, Eylül 23

kadın olmanın dayanılmaz 'hafifliği'



ergenliğin o en isyankar döneminde, hani utanmasam adımın selen oluşuna bile gider yapabilecek olduğum yaşlarda okunurdu bir bekaret teranesi..

'evlenmeden olmazcı'lar yok 'amaaan canım kime ne!!'cilere karşı..

malum gündem kız kısmısı bekaretini ne zaman kaybettiği..altını çiziyorum KAYBETTİĞİ.

şimdi en az nikahlarda gelinin beline bağlanan o kırmızı kurdele kadar manasız geliyor.konu sanki kızlıktan kadın olmaya giden yol varmış da o yol da insanın bacaklarının arasından geçiyor ve yolun sonunda bir şeyler kaybediliyor. o zamanki isyanlar "kaybetme" eyleminin bulaştırdığı aşağılama eksenliydi.

o aşağılamalar umursanmaz oldu zamanla. belki alıştık bu fikre bilinmez; suspus olan isyancılara mükafat olarak olgun dendi, artık çocuk değil dendi. ben de sustum. olgunlaştım. sustukça çocukluktan çıktım. ama aklım hep o "kaybetmek" te takıldı.

tamam da neden kaybetmek?

insanoğlu işte yaşamadan öğrenmeyen ilkel yaratık. yaşayınca anladım ki evet kaybetmek ne yanlış ne de aşağılayıcı. kızlıktan verilen kayıplarla kadın olunuyor.
ayaklarının yerden kesilmesini sağlayan 'aşk inancını' kaybettiğinde, güvenini, gözlerini kapayabişlerini ve gardsız olabilişlerini kaybettiğinde, aklının başından gidişlerini kaybettiğinde,umutlarını görmüşlüğe-bilmişliğe karşı kaybettiğinde, hesapsızlığını kaybettiğinde..yani sevgili babacıklar gerine gerine kırmızı kurdele takma hakkını kaybettiğinde değil de en çok da masum sevişlerini kaybettiğinde kadın oluyorsun.

böyle sayısayıverdiğime bakma. kolay değil! ilk kaybedişte çok canın yanıyor..canın kanıyor ama sonra tekrar kanamasın diye taşlaşıyorsun. ay aman pardon kadın oluyorsun. kadın olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorsun. ayakları yere basan ama bir daha asla ayakları yerden kesilemeyecek olan...

Perşembe, Eylül 9

"benimle kal"

neden konuşuruz?
birbirimizi anlamak? iletişim kurmak?
tdk tanımı da buna yakın bir şey olsa gerek. ama öyle mi gerçekten??

dil her gün giydiğin kıyafet gibi yaşanmışlıklarla yara bere leke oluyor. kelimeler, vurgular başka ağızlardan bile duyulsa seni takvimde başka bir güne, olaya, kişiye, duyguya götürebiliyor. karşındakine ulaşmak için tepmen gereken yolda , dilin ve aklın arasında oluşan engellere takılıyorsun..

hal böyle olunca kendi ana dil ile olduğundan daha kolay olabiliyor yabancı dilde iletişim kurmak. bahsettiğim anadilin lekelenmişliğinden, sözcüklerin çağrışım ve hatıralarından uzakta, üstelik ustası olmadığın bir dile kullanıyor olmanın getirdiği farkındalık ile anlaşmaya giden daha kısa-düz yollar kuruluyor. kafasında en az benimki kadar çok tilki kuyruğunun birbirine dolandığı bir arkadaşım devamlı yabancılarla daha iyi anlaştığını, yürüttüğü en iyi ilişkilerin Avrupalı erkeklerle olduğunu ama bu kez de coğrafi engellere takıldığından dert yanardı. haksız da sayılmaz bence ki kendimi bir sene boyunca ana dilimden farklı bir dilde ifade etmek zorunda kaldığımda farkettim aslında ana dilimizi biraz da anlaşıl-MA-mak için kullanıdığımızı..

güya kendini anlatmak için seçtiğin kelimeler, amaca yönelik ama alt metinlerden mümkün olduğunca arındırılmış. yani aslında ne hissettiğin, düşündüğün ya da istediğini açık etmeden yapılan politik seçimler dizisi. doğduğumuzdan beri özne yüklem nesne kombinasyonu ile savunma mekaziması geliştirmeyi öğrenerek büyüyoruz. düşünsene; ' bu akşam seninle ...'a gitmek istiyorum ne dersin?' ile 'bu akşam için planın ne? ' arasındaki farkı? ikincisi birincisine göre kesinlikle daha güvenli çünkü topu direk karşıya atıyor ve kendini sigortalıyorsun. aman aman allah muhafaza!!! ya seni anlarsa!! tütütü.. ya seni bilirse??? cık cık cık tu ka ka!!!!
neden bu kadar korkunç ki hissettiğini düşündüğünü açık etmek? kimse girmesin diye ördüğümüz kale duvarlarının ardında ne saklıyoruz ki bu kadar sakınılası??

bi süredir bu saydıklarım parça parça aklımda dolanıyordu ama bir araya getirip de yazamıyordum. dün gece dans ettiği yeni bir yüz, bana yeni bir salsa figürü göstermeye çalışırken "yüzünü bana dön" demek yerine "benimle kal" dedi..

benimle kal, basit görünmesine rağmen nasıl da alt metni olan, en yakınımız saydıklarımıza bile sakınarak kullandığımız iki tehlikeli sözcük..
taşlar yerine oturdu sanki..öylesine hesapsız, savunmasız,düşünmeden söyleyivermişti ki çocuğun sosyal fobiler geliştirip dilini törpülemesine sebep herhangi bir geçmişi olmadığını, sanki o an orada bebek adımları ile varvoluverdiğini düşündüm..gülümsedim..aynı kelimelerle oynadığımız o saklambaçta olduğu gibi o da bu gülümseme ile ne demek istediğimi bilemedi..

tüm bunlar olurken çalan şarkı da