Pazar, Ocak 23

uzakta

senden nice uzakta, 
öyle ağır gelir ipte uçurtma.

Çarşamba, Ocak 19

bir kış gecesi eğer bir yolcu

bir dünya içinde kaç dünya vardır ya da bir gece de kaç farklı dünya arasında gidip gelebilir insan? ya da bu kızın hayatı kaç filmden sahne olur?


Bilenler bilir Tophane malumatını; doğu ile batı arasına sıkışmış ülkemin minyatürüdür Eminönü ile Taksim arasında.. ne tarihtir, ne bugün- ne güvenlidir ne tehlikeli- ne temizdir ne pis. Ne bağnazdır ne gelişmiş..hani o kadar ki bir sokak dolusu genel ev ile bir Fransız lisesi ; mescit üzerinde Ortodox Kilisesi..tam da bu karmaşanın ortasında başka bir renk cümbüşüdür Bilgi Yurdu..kimseler bilmez varlığını sözüm taksiciler, kargocular ve yolları aşındıran sevgiler meclisi dışında tabi. Nice zaman da semt sakinlerini zorladı köşeyi dönünce beliren mini şortlu kızlar bilemediler "estağfurullah"ı mı bassınlar yoksa "kız hepsi senin mi!!" bir mahalle muhtarı yadırgamadı bu aykırı semtin karma yurdunu ki zaten kendisi de aykırıydı; Brezilyalı afet karısı ve muhtarlı ofise astığı gençliğinde yaptığı dünya turu fotoğraflarıyla..


Dört yıl önce ben ve bavulum- dört yıl sonra ben ve bavullarım kapıdayız.Giden / gelen yolcu ayrımı olmayan liman gibi yurdum.sadece sırası gelen yolcu ve ben yolcu..


-TAKSİİ!!


-Nereye Abla?
-Cihangir.
-Abla burası yurt mu?
-Evet.
-Haaaa.
..
..
-Abla sorması ayıp yurtta hayat güzel mi?
-(Tam da ayrılırken ne güzel soru)  Evet güzel; kalabalık ev gibi.
-Ha ev diyosun yani.
-Evet öyle.
..
..(trafik)
..
-Ya abla sormadan edemicem, sakın yanlış anlama , başım gözüm üstüne bacımsın, affına sığınarak soruyorum (noluyoruz yahu)
-abla benim bir oğlum var, elleirnden öper on dört yaşında, hanım vardı 99 depreminde kaybettik . Bunca senedir kendi yağımızla kavruluyorduk. Geçen sene bir hanım aldım, onunda kızı var sekiz yaşında hamdolsun. Ama şimdi kadın oğlumu istemez oldu, yurda ver diyor. Kötüyüm abla vereyim mi oğlumu yurda? Güzel diyorsun ya..

( buyrun buradan yakın, koca İstanbul, yine Türk filmi yine Selen.."Ne diyorsun arkadaşım sen, bana mı soruyorsun çocuğunu evden atıp atmayacağını!" demek geliyor içimden ama diyemiyorum, gelmişiz, arkada sabırsız korna sesleri.. Parayı öderken; )

-O senin canın, diyebiliyorum


Nasıl anlatayım ki adama İzmir'de Kordon boyu giderken izlediğim evleri, ışık gelen  pencerelere hayallerimden kaç hayat sığdırdığımı, sonra yurdu, bir odaya kaç hayatın dip dibe yaşadığını, o farklı hayatlardan ne büyük bir aile olduğunu..bırak demeliydim bırak ki çocuğun senin veremeyeceğin gerçek bir ailesi olsun..


İndim. elimde malum bavullar, yeni kapımın önündeyim, taksici sağolsun vedalaşırken dökmediğim göz yaşını döktüm dökeceğim, cafeden yardıma gelen gay barmen (çocuk ve piecingleri) ( apartmanımın altında cafe var- birisi kanalı değiştirmiş olsa gerek yine, Türk filminden Amerikan dizisine zaplanmış olmalıyım )) ve 5. kata kadar barmenin deli manyak hayatı;  Galata'da ki evi- house party'leri,sevgilisi falan falan..(zorlu uğraşlarla ben ve bavullar içeride, çocuk dışarıda kalacak şekilde kapıyı kapatabilip) sırtımı kapıya yaslayıp oturdum.hani çok fazla uyuyup uyandıktan sonra olan beyin bulanması, gerçeklik algısının kaybı sendromonu yaşadım..gerçek olan hangisi??


                                                     Kıssadan hisse; hoşbulduk evim:))





Great Expectations





Gözlerini kapatıp dinliyorsun. 
Eylül.
içine çektiğin taze nefes ulaşıyor nice zamandır unuttuğun yerlerine...uzun yola giderken eşyalara örttüklerin gibi kendi örtüleri kaldırıyorsun...derinlerinde bir bahar temizliği..
zaman yavaşlıyor, genişliyor ve sen usulca yayılıyorsun zamana...hani koşuşturmacalarının arasına sıkıştırdığın yolculuklarda, müzik dinlerken notalar ilerledikçe akan düşünceler gibi akıyorsun kendine, dokuyorsun kendini..ince ince ve sakince yaşıyorsun. Hayatı doldurabilirsin ya da hayat seni...koca bir dünyasın aslında, her bir hücren dünya vatandaşı. Hayaller kurmuyorlar ya da peri masalları değil duymak istedikleri, mevsim de ilkbahar yaz değil. dedim ya eylül akıyor teninde; hüzünlü, serin, olgun bir el..


Tanrısal bir heyecan duyuyorsun; var olmak- var olanı yaşamak ve en çok da var ettiğini yaşamak..hayatıNı yaratabilirsin... var edebilirsin çünkü unutsan da sen Her ve Hiç olma arasındaki evrensin. Sadece koşuşturmadan,  sıkıştırmadan...örtüsünü kaldırdığın o koltuğa yaslanmaya ve elindeki şarabın sarı ışıktan yansıyan aksini fark etmeye, kızılına sinmeye ihtiyacın var hatırlamak için...
..
..
Eylül'de bir yaprağın dalından yere düşmesi arasındaki sürede oluyor her şey ve yaprak yere değdiğinde şarkı bitiyor. Gözleri açıyorsun, uyanmışsın ve istiyorsun, diliyorsun. Büyük rastlantılar, büyük beklentiler...insana "hayat" dedirtebilecek gülümsemeler...
hiç değilse;


tenindeki 'eylül'ü hisseden birileri..



Salı, Ocak 4

Minelcinneti vennâs

bi cinnet her şeyi çözer, o derece sakinim

değil mi çocuk; sen de ben de kendimizce az-çok okuyoruz, dinliyoruz, izliyoruz başka dillerde başka renklerde ademoğlunun "aşk" dediğini... ama aslında hiç birimiz bilmiyoruz tam olarak nedir? Nasıl kokar, nasıl giyinir, nasıl konuşur, ne hissettirir… çizgileri sınırları nelerdir..tanımlamak çok güç aşık olmayı..hatta belki biraz da bu kadar çok okuyup dinleyip izlediklerimizin algılarımızı efsanevi şeylerle doldurması yüzünden yabancılaşıyoruz hislerimize, kendimize ve kendi tanımlamalımıza..belki de aşkın suretlerinden birisidir insanın ” kendinden
çığırından çıkması”.. belki de değildir..kim bilir..