Cuma, Ocak 27


Adam

Yalnızlık dedi, “uzaktan bakıldığında güzel değil mi?” Yalnız yaşanır, güzel gözükür. Halbuki hiç öyle değildi. Evinin anahtarının bir başkasında olmaması yeterince sıkılmasına sebep oldu. Aynayla konuşuyordu. “Bu aynadaki adamı tanıyor musunuz bayım? Evet, hiç yabancı değil. Aynaya baktığında az önce gördüğü ve her günüm aynı diye düşünüp, değişiklik yapamayan; bu benim işte” dedi gülümseyerek. Gülerken kısılan gözlerinde hüznü gizliydi. Neyse ya, zaten her sabah düşünüyordu bunları. Dolapta bir şeyler olacaktı, biraz atıştırmalı. Bu sabah çok mu su içti, yoksa akşam rakıyı çok mu kaçırdı? Evet, gece bir bardaydı. Saat gecenin bini ve elinde boş rakı kadehleri vardı, hatırladı. Aynı çıkışın düşüşü sabah fark ediliyordu. Kıyafet dolabına gitti. Bugün günlerden ne? Özel bir şey var mı? Sorularını sordu kendi kendine. Yoktu. Sıradan bir gün. Olsun dedi, yeni bir gün, ve bugünün içinde herhangi bir yerde ona rastlamak var. Belki bugün. Aniden. Sahi; en son yeni kimle karşılaştı? Kime vakit ayırdı? İnsanlar artık onlara vakit ayırmayışına alışkın, sesleri çıkmıyor. Bu yüzden sevgili dedikleri bile kısa sürüyor. Ondan doğan boşluk başka biri tarafından dolduruluyor. Sevmeler de, sevişmeler de iki ara bir dereye sıkıştırılmış. Bunları düşünmenin ne anlamı var sabah sabah? Neyse ya; yeni bir güne yine hazırdı işte. Hayatın koşturmacası var, kocaman bir şehrin gürültüsü bıkkınlık veriyor.
İki adım sonra dışarıdaydı. Otuz dakika sonra işyerindeydi. Gün yavaşça omzuna binmeye başlamıştı. Bir koşuşturmaca başlar, anlayamazdı bile ne olduğunu. Randevular, mesajlar, görüşmeler, çalan telefonlar. “Şu trafiğe bak be. Zaman karıştı, günün neresindeyiz?” dedi şaşırırcasına. Gün yoktu aslında. Yaşanan saatler ve yaşanmayan saatler arasında bir koşturmaca. “Eve dönsem, telefonu, perdeleri kapatsam ve hatta dışarıda kimseye rastlamasam.” Çünkü biliyordu ki, kimse kimsenin umurunda değildir tam olarak. Kimsenin ona soru sormasından hoşlanmaz olmuştu artık. Kimseye de soru sormak istemezdi. Belki de soru sormayı sevmeyişi, bazı doğruları duymak istemediğinden kaynaklanıyordu. Haklıydı. Kuşkular vardı insanlarda, beraberinde yanılsamaları getiren. Düşündükçe sıkıldı; hiçbir şey düşünmek istemedi bu yüzden.
Akşam oldu. Gün içinde arayan arkadaşlarını ancak arayabildi. Bu akşam ne yapacaksın? soruları vardı bugün yine. Ne yapabilirdi ki? Herhangi bir yerde bir akşam yemeği, sonrasında belki birkaç kadeh bir şey. “Neden içki içiyorsun?” diye soranlara, güzel bir cevabı vardı. “Hayatın açtığı kara bir delik var, ben o deliği bir parça alkolle doldurmaya çalışıyorum” derdi. Gülümsedi, kısılan gözlerinde taşıdığı hüznüyle. Gece çoktan oldu ve bugün de bitmek üzere. Neden diye sormadı.

Çarşamba, Ocak 25


Adam

Kendinden memnun, aslında değil. Sadece öyle gözüküyor. Yirmi dördü birden aksayan bir ritmin peşinden koşuyor. Bir eksiklik var, ve bu eksiklik içinde bir hüzne sebep oluyor. Geç yatıp erken kalkıyor. Erken kalkıp geç yatıyor. Hüzün kendine çıkacak bir yer arıyor, bulamayınca gündüzleri huzursuzluğu, geceleri uykusuzluğu artıyor. Çevresine baktığında herkesin birbirinin kopyası bir hayat yaşadığını, gülümseyen herkesin yalan söylüyor gibi geldiğini, onlar gibi olmak istemediğini, kopya bir hayat yerine ruhunun çizgilerini takip etmesi gerektiğini düşündü bugün yine. Gitmek istemiyordu, kaçmak istiyordu. Günün farklı saatlerinde istediği bir yerde olabilmek, zorunluluklardan uzaklaşmak açıkçası bir özgürlük yaşamak istiyor. Uzun zamandır her şey değişiyor gibi gözükse de değişen hiçbir şey yok. Kişiler, olaylar, gelenler, gidenler değişiyor, ama olayın özü hep aynı. Her zamanki gibi sıkıldı. Hani kötü bir şeyler olacak sıkıntısı gibi değil, ama yakın zamanda iyi hiçbir şey olmayacak sıkıntısı. Yokluğunu aradığı birini bulmak istedi. Yoktu. Oysa hayatında ne çok kadın olmuştu. İz bırakanlar, bırakamayanlar, boşlukta olanlar, boşluğu dolduramayanlar.
“Seni seviyorum” diyenlere, diyecek bir şey bulamazdı. Alt tarafı “Ben de” diyecekti. Diyemezdi. Her konuda yalan söyleyebilirdi, herkes gibi. Bu konuda yalan söyleyemezdi, herkes gibi. Tıkanır kalırdı. Oysa insanlar ne kolay söylerdi bunu ona. “Seni seviyorum” Ne kolay. Doldur boşluğu gitsin. Sanki herkesin duymak istediği buydu. Bu öyle tuhaf geliyordu ki bir günlük, taze olan her ilişkide bile söylenir olmuştu. Çok kolay söyleniyor ve anlamını yitiriyor. “Herkes bu kadar kolay sevilmemeli” diye düşünürdü hep. Çünkü gün gelir her şey bir anda tersine döner. Dün sevdiğin kişi bir anda sevmiyor olur. Araya bir şey girer, bir olay, bir başkası ve kolayca vazgeçebilir insan. Gerçekten hissederek söylemek istiyordu. İş olsun diye değil, mecbur olmadan sevdiği ve vazgeçmeyeceğini bildiği için söylemek isterdi birisine.
“Ben seninle oraya gitmek istiyorum. Orası neresi bilmiyorum ama sen yanımdayken her yol oraya gider” diyeceği birisini bekliyordu aslında. Bu sabah bunları düşündü yine. Gözleri açık ama yataktan çıkmadı. Saat sabahın olduğunu gösteriyor, telefonun sesi ona eşlik ediyordu. Şu telefonu fırlatsam, yalnız olsam, yorganın altında kalsam, uyusam, uyanmasam. Derken bilmedik bir bakış çıkagelse, ve gel dese. Gitse. Kulağına eğilse “Ben sana geldim, her günün sıradanlığından kurtarmaya, her gününü süslemeye geldim. Git desen de gitmeyeceğim” dese. Ve gitmese.