Çarşamba, Ağustos 13

Çocu/k/adın



Sahil kentinin sakin biraz da miskin ritminde ama güzel anılarla doluydu çocukluğu;
çağla ve nar ağaçları arasında anneannesinin o tek katlı evi, bahçedeki yedi veren limonu ve anneannesinin çay saatleri.. sonra iki mandalina ağacı ve o ağaçların saklambaçla geçen uzun yaz geceleri gibi bereketli mandalinleri... evin bahçeye bakan serin ve kuytu odasında uyuduğu o uzun, derin, sonsuzmuş gibi gelen uykuları ve bitmeyecek gibi gelen yaz tatilleri..

bu ev hep tatili çağrıştırmıştı ona, annesi ile babasının bitmez kavgalarından, bağrışma, hakaret, huzursuzluk ve çaresizliklerinden kaçarak geldiği bu evde saklamıştı hatırlamak istediği her şey...babanın anneye kaldırdığı eli unutup komşu neriman teyzeyi koydu yerine, hep çarpılarak kapanan ev kapısını bisiklet yarışlarıyla, anneannesinin içinde ne olduğunu tam bilemediği derin ve eski sandıkları gibiydi babası ve onun hatırlattığı her şey... meğer o sandıklarda biraz ıvır zıvır biraz da çeyiz saklarmış anneannesi..gelecek bir zamanda açılıp tozlarından silkinerek kullanacak çeyizler..

işte o çeyizler gibi saklamış meğer kadında o kırık kırsık hatıraları ama bir bütün olan huzursuz duyguları içinde..belki çokça çocukça bir içgüdüyle evindeki şiddete gözlerini kapatmış ve narlı bahçeleri varsaymış hayatını..

yıllar geçip de zaman kemale erince ve babanın çehresi başka bir erkekte belirince çıkıvermiş çeyizler sandığın içinden... sanki bugüne kadar anneannesin tek katlı evindeydi ama birden bire baba evine dönüverdi...kapılar çarpılmaya, sesler yükselmeye, kontroller de insanlıkla birlikte kaybedilmeye başlanmıştı... gerçek olduğuna inanamadı dürüstçesi inanmak istemedi; aynı annesi gibi..şans verdi ama adamın yüzündeki baba gitmedi..şans vermek istedi ama baba daha çok yerleşti..artık reddedemedi!

aynı hayatı, babası ve nar bahçeleri gibi;
şiddet de gerçekti
bir insanın gerçeğiydi
sandıklara saklamak için çok geçti
ve kadın çok gençti
aynı annesi gibi...

Çarşamba, Ağustos 6

ömür kömür


havadan mı mevsimden mi yoksa ay ile güneşin esrarengiz konularından mı bilmem ama bugünlerde kime dokunsam bir bıkkınlık bir bezginlik akıyor üzerlerinden. kimse mutlu değil sanki.  sanki si fazla , herkes bir gitme telaşı içinde; işinden, eşinden, şehirden, evinden kimisi ise hayatının ta kendisinden. bir çoğu bu gitme dürtüsünün nereden geldiğine bile cevap bulamazken, "gitme" eylemini kendine kabe almış yürüyor. o gidecek ve her şey düzelecek.. ( gitme'nin dayanılmaz cazibesine kaç kez kapıldım bilmiyorum ama hiç bir gitmenin çözüm olmadığını biliyorum. bazen gitmeler yerine kalsaydım, alışır-uyuşur ve mutlu olurdum belki.. )

kimisi hayatının hayallerine uymadığından başarısız ve mutsuz olup başarılı bir kararla işi gücü sevgiliyi bırakıp gidiyor.. kimisi ise başarılı çok başarılı ama içindeki derin başarısızlık duygusu gitgide büyüyor, boğuyor.. işte bu kimisi kendinden gidiyor... çünkü bu hayattan kendisi için ne istediğini bilmiyor. nasıl biri olmak istiyoruz? nerede gözümüzü açıp kapatmak, kimi neyi koklamak, neyi üretmek ya da üretmemek?

başarılı ya da başarısız tartışmasından uzakta bu soruların cevaplarını kendine verebilenler çok şanslı ve veremeyenlere göre çok adım öndeler.

ben kendi adıma bu soruları hiç sormamışım kendime..ailemin sahip olduklarına benzer standartlarda bir yaşam için, benzerliğe doğru koşmuşum da koşmuşum.. "hayata atılmak" dedikleri il sınırı dışında ve çeyrek yüzyıl sonrasında yılardır bekleyip durduğum o hayatımı yaşamak tiradından çoook uzaktayım. neyi sorusuna cevap vermeden bir sonraki zamana ertelediğim yaşamak eylemi ile  ne yapacağımı bilmiyorum. bunu düşündüğümde yapış yapış oluyor gecem gündüzüm.

yaşayabilmek için katlanılan gün ışığı sorumlulukları ve asıl yaşamak için ise bitmesin diye gıdım gıdım yaşanan geceler.. işte tam da o gecelerde kendimi bir araya toplamaya çalışırken hayatımı parça parça ediyorum.  işimin eşimin evimin üzerine bir çizik atıp soruyorum kendime .. ee şimdi? çok ses var ama hiç cevap yok kafamın içinde.. çünkü başka bir stresi var insan hayatının ikinci çeyreğinin çünkü bu ikinci çeyrek insan soyunun en verimli zamanları, çünkü insan bu yaşlarda ne yaptı yaptı sonrası sanki ankara - van treni uzun ince bir yol...

e yani?

yani si şu kaygılarım biraz sakinlediğinde, kafamın içindeki sesler tam ve anlamlı bir cümle değil ama en azından başlangıç olabilecek kelimelere dönüştüğünde netleşen tek bir şey var o da hayatımı nasıl yaşayacağım hakkında o kadar zaman harcıyorum ki yaşamaya zaman kalmıyor ...