Pazartesi, Haziran 17

işin rengi değişti!

Dün akşam Cihangir'deydim. Direniş'in 20. günüydü ve her ne hikmet ise hala baret..vs gibi koruma aracımız yoktu - çünkü biz savaşa gitmiyoruz, çünkü bu başışçı bir eylem..


Daha bareti olmayanın satırı, sopası ve döner bıçağı da olmuyor hal böyle olunca…ama Karaköy'de Asmalı'da "ya allah diyen satırlı bey amcalar vardı"

Kaç kişiydik bilmiyorum, hele Kazlıçeşme ya da diğer mitinglere katılanlara oranımızı hiç umursamıyorum; ama evlerinden “çocukların elleri yanmasın” diye mutfak eldiveni atan teyzeleri, sokağa kova kova su taşıyan amcaları ve bizleri gözaltına alınmaktan kurtaran o çifti biliyorum. Hiç tanımadığım halde günlerdir, tv’den polisin nerden geldiğini haber veren, nasılsın iyi misin diye soran, evini açan insanları biliyorum. Sabah’ın 3’üne kadar çalınan tencere tavaları …

sokağa çıkanlar sadece görünen yüz ama evlerinde direnen daha büyük ve daha güçlü insanlar var..

kısacası günlerdir yaşananlar ve özellikle bu haftasonu çok kötü bir kabus gibiydi, şu anda sadece suskun bir kalabalık olmayı ve sessizce taksim meydanında, gezi parkında oturmayı istiyorum, biz susalım ki içlerinde kendilerinden büyük kin taşıyanlar, nefretlerinden, hırs çığlıklarından başka birşey duyamasın.. ben artık sadece susup oturmak istiyorum sokakta..

Çarşamba, Haziran 5

#direngeziparki

bugün itibari ile 8. gününü yaşadığımız direniş hakkında ahkam kesmeyeceğim ki bence başbelası sosyal medya bunu benim için halletti :) Ama günlerdir yüzümden gitmeyen bir gülümseme var buna değinmeden edemeyeceğim.. ben İzmirli apolitik bir ailenin apolitik kızıyım..siyasetle aram hiç iyi olmadı - çoğu zaman ders kitaplarının satır aralarına sıkıştırılmaya çalışılan siyaset alt metinlerine bile alet olamadım.. o derece uzak oldum.. ama sesini çıkaramamış bir neslin " ümidimiz gençlerdi, onlar da ne haldeler... biz de bu ülkeyi sizlere emanet ediyoruz. peh ! ... vs" gibi kendi fısıldayamadıklarını bizim haykırmamız gerektiğine dair serzenişleri ile büyüdüğümün de altını sprey boyayla çizerim. Her yeni öğretim yılı boynumu biraz daha eğmem gerek gibiydi çünkü hala devrim yapmamış, annemin babamın ve öğretmenlerimin hayallerini kurtarmamıştım.. ama diğer yandan da okul müdürüne soru sorduğum için hizaya çekilmiş - adım futbol oynadığım için erkek fatma'ya çıkarılmış - yemekhane yemeklerinin iyileştirilmesini istediğim için Somalili çocuklara ve dünya açlığına nankörülük etmiş oldum( ! ) perhizde lahana turşusu yenmezmiş anladık.

Sonra yıllar yılı siyasetten anlayacağım günü bekledim; daha çok kitap - gazete okudum, daha çok IR (International Relations), POL (Politics) kodlu ders aldım.. yok bünyeye ağır geldi bu sefer.. ben dinledikçe - okudukça - yazdıkça yönetenlere diş biledim.. çünkü kesinlikle aynı dili konuşmuyorduk.. birimiz hak diyordu birimiz rant ile mantık denklemi ve oturduğumuz koltuklar gereği bu iki kelime bir yerde denklenemiyordu. Demek ki benim anlayamadığım bir şeyler vardı, büyüyüp adam olacağım, bana mantık hatası gelenleri anlayabileceğim günü bekledim.

Aslında itiraf ediyorum ki hala anlamıyorum siyasetten; ama artık biliyorum ki anlamam da gerekmiyormuş zaten. Bir insanın hayır diyebilmesi için hokkabaz, cambaz, dilbaz olması gerekmiyormuş.. Cumhurbaşkanları ve koalisyon hükümetlerinin sağını solunu bilmesi gerekmiyormuş.. ideolojik korkulların temellerinde yatan yatırları da bilmesi gerekmiyormuş. Aslında bu kadar basitmiş;  #direngeziparkı

Canım öğretmenim, anneceğim, komşu teyzem; belki sizlerin alıştığı ya da hayal ettiğiniz gibi bir "hayır" olmadı, belki biz kendi "hayır" deme yolumuzu bulduk.. belki de artık bu oyunu sizin değil bizim oyuncaklarımızla oynayacağımızın işaretini verdik.. ama artık biliyorum ki;

bugün benim çocuğumun hayatı değişti..
bugün torunumun da hayatı değişti.. 
bugün yarın değişti..

işte buyüzden ben yaşadığımı,varlığımı, gücümü ve insanlığımı hissettim. işte buyüzden yüzümde sebepsiz bir gülümseme ve bu gülümsemeyi paylaşma isteği var..

bugün herşey değişti..

Pazartesi, Haziran 3

hayaletlerim

ne zamandır yazmıyorum, farkettim ki bana iyi gelmiyor yazmak.. ya da yalana ne gerek var,  ben bana iyi gelmiyorum ..garip bir ben çıkıyor içimden yazarken iki ben arasında sıkışan..
şimdi neresinden başlasam bilmiyorum kafamdaki dağınık düşüncelerin..
aslında belki de hiç iyi bir fikir değil yazmak;  kaç yılda, nice can havli ile dağıttığım o hallerimi toplamak...tekrar yaşamak belki tekrar ağlamak ve hatta tekrar paralanmak.

ama yazmasam da kaçamıyorum - yapamıyorum işte, her ne kadar zaman da geçse, hayat kendini tekrar da etse ve hatta ben her gün yüreğimin sesini inkar da etsem takıldım kaldım kalbimin çocuk sesine. inat işte, karanlık odalara kapattım, ödüllendirdim, gezdirdim şımarttım, yeni sevgiler sunmaya çalıştım, yeni oyuncaklar aldım..yaşamaya çalıştım ama yine de geçmedi yüreğimdeki ağırlık, bitmedi.

hayaletler kaldı geriye, en ufak bir hatamı affetmeden geri gelen, kalbimi ağzıma getiren, kanımı çeken ve dünyanın en karanlık yerine kaçıp yok olasımı getiren hayalet benler kaldı geriye..şuurumun zayıfladığı anlar ve güçlü anları arasına sıkışan..yabancı bir ben kaldım geriye..

unutmam gereken sendin, geçmesi hatta artık bir yabancı olması gerken sendin... yaşadıklarıma, yaptıklarıma, çocukluklarıma gülüp geçebilmesi gereken bendim; yaşamın optimalinde böyle olmalıydı herşey ve yine ben kalabilmeliydim geriye. belki canı acımış ama büyümüş ve sonunda yaşadığı herşeye değmiş - mutlu olmuş ben kalmalıydım. Neden olmadı?

"neden olmadı?" belki çok dolandırmadan ve beş bilinmeyenli denklemler kurmadan bunun cevabını verebilseydim kendime ya da yazılı formulunu bulabilseydim yetecekti sanırım..sahi sen biliyor musun bunu cevabını?

ben çıkamıyorum artık içinden; eğer gerçekten sevdiysen birisini, nefesin gibi kendin gibi ömrün gibi ve kaybetiysen iyileşmek mümkün mü? kendini giden ile kaybetmemek, tam bir parça olarak var olabilmek mümkün mü?..asıl soru yeniden etinle canınla, hayellerinle sevebilmek ama bu sefer gülümseyebilmek mümkün mü?  yoksa kabullenmek mi gerek insanlığın olgunlaşmak dediği nasırlaşmayı? Sanki kumar masasında "ya hep ya hiçe"  oynanmış tek bir el oyundan zengin olma hayallerini masada bırakarak kalkan bir adam gibi kravat gevşetmeli ve mesai saatlerime geri mi dönmeliyim?  ve en iyi ihtimale razı gelip yürümeli miyim? ya hep ömrüm boyunca böyle arkaya bakarsam? ya hem ararsam ? ya hep acabalarla uyursam geceleri?

ya da aksini yapıp ömrümü harcarsam? bir hayalin peşinden koşup mutsuz treni kaçmış bir hayalperest olursam?

dedim ya yabancı olması gereken sendin ve durup kendim için gülümseyebilmesi gereken bendim. ama olmadı. kaç yıl sonra yine tramvay rayları üzerinde-elinde kameran yürürken görünce seni farkettim ki hayatımdaki en tanıdık şeydin, elim yüzüm gözüm yabancıydı, ben yabancıydım, tuttuğum el yabancıydı..

hem korkuyordum bu andan hem bekliyordum içten içe hapisten salınmayı bekleyen mazoşist bir umutla..

kanım çekildi, nefesim kesildi ama başımı çevirmedim bile. yürüdüm sadece, yürüdüm-eskisi gibi bir yüreğim olsaydı koşardım geriye; senin sarılmayacağını, hata olduğunu hatta seni kaybedeceğimi bile bile geçerdim önüne, sarılırdım, kokunu içime çeker gözlerimi kapatırdım, üstüne ağlardım..gerekirse günlerce ağlardım, ağlardım ama çıkardım önüne.

ama yürüdüm işte..hayaletlerim tencere tava çalıyor içimdeki diktatör hükümete  ve ben anlatılmaz bir çağresizlik hissediyorum artık. herşeyden, herkesten büyük, heryerimi kaplayan bir çağresizlik...

anlayabilir miydin beni?