çocukken de bu kadar mıydı gündüz uykuları? aslına bakarsan sokaktan çalınan zaman gibi geldiğinden sevmezdim gündüz uyumalarını. ama şimdi sanki hayatın en tatlı hali gibi..kitap ayracını koymaya bile fırsat bulamadığın kitap göğsünde, ne uykunun derinlerindesin ne de uyanık; ara ara tanıyorsun dışarıdan gelen sesleri ya da cevap veriyorsun içinden etrafındaki konuşmalara..hani sabahları saat çaldığında "hadi 5 dakika daha" diye daldığın şekerleme uykular vardır ya işte onlar kadar tatlı ama daha uzun..
sonra uyanırsın.
her şey yaz günü içeri girmeye çalışan güneşin güneşliğe takıldığı loşluktadır..gözlerini rastgele bir noktaya diker hareketsiz yatarsın öylece.
vücudunun enerjisini sadece iki refleks için kullanır nefes almak ve düşünmek..refleks olarak düşünmek saçma geliyor değil mi kulağa? reflekslerimizi hayatsal faaliyetlerde kullanırız çünkü..bilinçaltının üst olduğu uyku mahmurluğunda da sadece hayatsal önem taşıyan ne varsa fener alayı yapar da geçer aklından..yavaş yavaş. hayatını elekten geçirirsin yorulmadan. içindeki o her zaman doğruyu söyleyen ses konuşur ve doğru cevaplar soruları(n) ile eşlenir
su yolunu bulur sen dokunmadan.
o kadar yeteneksiziz ki hayatı akışına bırakmak konusunda. acelecilikten mi desem, zaman kavramını yitirmişliğimizden mi; yoksa korkularımızdan ya da çok istemelerimizden mi..herkesin ayrı bir sebebi var ve çok azımız su yolunu bulur diyebilme ve hayatı akışına bırakabilme sabrına, iç huzuruna ve olgunluğa sahibiz. itip duruyoruz bir şeyleri vitrinde gördüğü bebeği inatla isteyen çocuklar gibi..
o çocuk ne kadar tepinirse tepinsin, ne kadar isterse istesin, ağlarsa ağlasın suyun kendi yolunu bulacağını öğrendiği gün zaten bahsi geçen dingin,olgun adam olacak (ya da bir çoğumuz gibi olamayacak)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder