
Meydanların, parkların , evlerin , yatakların hatta babanın elinin bile daha büyük, zamanın daha geniş olduğu zamanlarda oynadığım bir oyundu bu; pencereden giren tozun gün ışığı ile dansını izler hayal kurardım... Neler yapılmaz ki o toz ile; Beyaz atlı prens'ten tut en çok istediğin ayakkabıya, elbiseye ya da o zamanlar hayran olduğun ablalar kadar güzel yaparsın kendini..
şimdi gün ışığı vurunca odaya, daha gündelik yaptırımlar farkındalığımı ve sorumluluk bilincşmi zaptetmeden yani, gün ışında hipnotik hareketler ile uçuşan o tozlara bakıp kendimi arıyorum. ne istediğimi, hayallerimi, tutkularımı... bir yerde koptu hayatımın filmi ama nerde? birden ego larımın yönettiği gibi yaşar buldum kendimi..Sen hiç bir sabah uyanıp aslında hayatta en sevmediğin bölümü okuduğun, en olamadığın insan olmaya çalıştığın, en başarısız olduğun işi yapıyor buldun mu kendini? Neden? sadece tatmin! yarış, kendinle yarış! ego kovalamaca..hani sevgi? kendine hayata? yaşamına..yarattıklarına? yok...
bugünlerde izlediğim tüm filmleri radikal kararlar alıp hayallerini yaşamaya başlayan ve çok da mutlu olan insanları konu alıyor.. bak sen şu tesadüfe..bu toz lar kadar pembe..safım ama ben; inanırım anlatılan her masala, verilen her söze..akıllanmam hatta..izletmemek lazım bana bu filmleri, hatta yalan dolu masal da anlatmamak lazım..
ha bu arada Kasımda aşk başkadır da yalan..salla gitsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder